HİTLERLİ KAMPANYA SUNULURKEN MÜŞTERİ NE YAPIYORDU?
Halkın
duygularını rencide ettiği için Hitler’li şampuan reklamı yayından kaldırıldı;
etik kuralları çiğnediği için de reklamı hazırlayan ajans, Reklamcılar
Derneği’nden ihraç edildi.
Doğru olan
yapıldı ancak merak ediyorum; bu saçma reklam kampanyasının sunumu yapılıp,
milyon dolarlık medya satın alma bütçesi önüne konduğu sırada müşteri tarafı ne
yapıyordu?
Cevap: Müşteri
büyük bir memnuniyetle kahvesini yudumluyordu…
Çünkü
müşteri, markasını pamuklara saracak bir ajans değil; etik sınırları zorlayarak
marka iletişimi yapmayı prensip haline getirmiş bir ajans seçmişti. Muhtemelen,
ajansın daha önceki provokatif işlerine bakıp, reklamın iyisi kötüsü olmaz
yaklaşımıyla, kendi markası için de kısa yoldan tanınmaya yarayacak bir reklam
hayal etmişti.
Kısa yoldan
markanın adını öğretmeye yönelik yapılan reklam çalışmaları, kısacık
prodüksiyon süresince markanın dinamiklerinin hakkını veremez. Markanın vaadine
dönük birkaç kelime ise, prime time kuşağında yemek yiyen aile bireylerinin
masadan başını kaldırmasını sağlayacak dünyanın gördüğü en büyük seri katil
“Hitler”in adı altında ezilir.
“Markanın itibarı, kurumun
itibarıdır”
Şimdi
müşterinin mağduriyetten bahsetmeye, “milyon dolarlarım, zamanım ve itibarım
kayboldu” demeye hakkı var mıdır?
Cevap:
Yoktur…
Pekiyi
müşterinin, “Biz reklamı bilmiyoruz, ajansa güvendik, bizi yanılttı” demeye
hakkı var mıdır?
Cevap:
Yoktur…
Markanın
sorumluluğu her halükarda müşteriye aittir. O ajansı seçen, o sonu hazırlayan müşterinin
kendisidir. Bu nedenle, firmaların ajans seçerken büyük bir sorumluluğu var.
Kiminle marka yolculuğu yaptığınız, markanızın kaderini değiştirebilir.
Markası
için bu tanıtımı uygun gören bir kurum yöneticisi, acaba ajans kendisini Hitler
kostümü içinde göstermeye kalkışsa kabul eder miydi? Kuşkusuz itibarını
zedeleyecek böyle bir öneriye şiddetle karşı çıkardı. Oysa marka; onu yaratan,
onun için çalışan ve onu yöneten bütünün, yani kurumun itibarıdır.
“Markandan başka kaybedecek bir
şeyin yok”
Türkiye’deki
işverenlerin hala ısrarla kavramak istemedikleri bir gerçek var ki, o da en
değerli varlıklarının markaları olduğu…
Eninde
sonunda bir firmada tüm makine parkı yenilenebilir, elemanlar değişebilir,
yönetim el değiştirebilir ama sağlam bir marka, tüm bu değişimler yaşansa da
onu kullanan ve takip edenlerin algısında her zaman bir değerdir.
Yine
güncelden örnek vermek gerekirse, Steve Jobs’suz Apple tahtını kimseye
bırakmadığı gibi, gelirlerini de katladı.
Ucuz
reklamdan medet ummayan bir şirket zihniyetiyle; insanlara ve hayata neler
sunduklarını anlatmayı tercih ettiği için yöneticisini de kaybetmiş olsa,
zirvedeki yerini pekiştiriyor.
Pekiyi
sizce Türkiye’den neden marka çıkmıyor?